Türkçe Ezan ve Namaz

Ezanın tarihçesini ve dini değerini kısaca anlattıktan sonra şu soruyu sormak istiyorum. Ezan ilk kez Cumhuriyet zamanında mı Türkçe okunmuştur? Cumhuriyetten önce Ezanın türkçeleştirilmesi düşünülmemiş midir? Türkçe Ezanı ilk kez Atatürk mü düşünmüştür? Şunu bilmeliyiz ki Cumhuriyet zamanında yapılan devrimlerin kökleri Osmanlıya dayanır. Hiçbir devrim bir kaç yılda bir anda ya da bir günde yapılmamıştır. Tüm devrimler 100 yıllık meselelerin bir sonucudur. Cumhuriyetin başarısı Osmanlı zamanında düşünülen tartışılan devrimleri hayata geçirme cesareti ve başarısı göstermesidir. Atatürk bu devrimleri gökten vahiy inmiş gibi gerçekleştirmedi. Kendisi de Osmanlı’nın son dönem kuşağının bir bireyiydi ve döneminin tartışmalarına herkes gibi kafa yordu düşündü. Cumhuriyet zamanında da bunları gerçekleştirdi. Atatürk devrimlerini konuşurken bunu unutmamalıyız. Yok efendim bir gecede cahil bırakıldık gibi palavralar artık çok güdük kalıyor. İnsanlar yavaş yavaş gerçekleri öğreniyor.

İlk Türkçe ezan tartışmaları 19. yüzyılda tanzimat sonrası yapılmıştır. Tanzimat döneminin Osmanlı aydını her konuda olduğu gibi ezan konusunda da kafa yormuş ve ezanın Türkçeleştirilmesi konusunu tartışmıştır. Bu tartışmanın önemli isimlerinden biri batılılaşma öncülerinden Ali Suavidir.

II. Abdülhamit tarafından Galatasaray Mektebi Sutanisi Müdür­lüğüne getirilen Ali Suavi bu dönemde Beyazıt ve Ayasofya camilerinin kürsülerinden halka halkın diliyle onların anlayacağı şekilde hutbeler okumuştur. Ali Suavi her zaman Türkçenin özgürleştirilmesini savunmuştur.yayımlamakta olduğu “Ulûm” gazetesinde (2 ve 3 ncü sayılarında) “Lisan ve hatt-ı Turkî” adlı etüdünde, Müslümanlara göre en mükemmel dil sayılan Arapçayı eleştirmiştir . Dil konusunda hutbelerin, namaz surelerinin Türkçeleştirilmesi gerektiğini hatta Türkçe namaz bile kılınabileceğini savunmuştur. Bu konuda İmamı Azam Ebu Hanife’nin her milletin kuranı kendi diline tercüme ederek ibadet edebileceği fetvasını delil olarak göstermiştir.

Bir şeriat devleti olduğu söylenen Osmanlı zamanında ezanın, hutbenin hatta namazın bile Türkçeleştirilmesi gerektiğini savunulmuş, tartışılmış, düşünülmüştür. Ezanın Türkçeleştirilmesi sadece düşüncede kalmamış uygulamaya da konulmuştur. Yanlış duymadınız. İlk Türkçe ezan Osmanlı zamanında okunmuştur. 1885 yılında İstanbul’u ziyaret eden Macar edebiyatçı İgnaz Kunoş 1926 yılında İstanbul Üniversitesinde verdiği konferansta ilk Türkçe ezanın Osmanlı zamanında okunduğunu şu şekilde ifade etmiştir:

“Gel Şehzadebaşı’ndakı sakin kahveler. Direklerarasındaki kıraathaneler… Biri söylerse öbürü dinler. Akşam da oldu ikindi, mumlar şamdanlara dikildi. Şerefeye çıkmış müezzinler, Kıble tarafına dönüp ellerini yüzlerine örtüp ince ince ezan okumaya başladılar: Yoktur tapacak, Çalabdır ancak.” ( Başgöz, İlhan (1998). “Türkçe ezan”, Türkiye’de Laikliğin Sosyal ve Kültürel Kökleri (Türkçe dilinde), 45, Bilanço Yayıncılık. ISBN 9789751028143)

Ali Suavi’den sonra Türkçe ezan tartışmaları II nci Meşrutiyetle ortaya çıkan “Türk­çülük” akımıyla da desteklendi. Devrin yazarları Türkçe’nin özleş­tirilmesinin gerekliliği ve önemini ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu yazarlardan birisi de Ziya Gökalptir. Halkın ezanı ve kuranı anlayamadığını ve dinin Türkçeleştirilmesini savunuyordu. Bu görüşüne ”dini Türkçülük” adı verdi. Vatan şiirinde ezanın Türkçeleşmesi gerektiğini şöyle dile getirmiştir:




“Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur.


Köylü anlar manasını namazdaki duanın



Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur



Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda’nın



Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın.”



Türkçe ezan tartışmaları II. Meşrutiyetten sonra da devam etmiştir. İttihatçıların mollalığını yapan Mehmed Ubeydullah Efendi, Talat Paşa’dan Türkçe namaz kıldırmak için izin istemiş fakat Talat paşa halkın henüz buna hazır olmadığını söyleyip reddetmiştir. Yine de bu dönemde boş durulmamış kuran önce dergilerde daha sonra da kitap olarak Türkçe basılmıştır.


Ezanın ve dinin Türkçeleşmesini ve kuranın anlayarak okunmasını, önemli olanın kuranın manasını anlamak olduğunu savunanlardan biri de İstiklal marşının şairi Mehmet Akiftir. Yobaz kesimin zaman zaman istismar ettiği ve sözde Atatürk düşmanı gibi göstermeye çalıştığı Mehmet Akif gerçekte bir aydın Müslüman ve vatanseverdir. Mehmet Akif kuranın manasını anlamanın önemli olduğunu bir şiirinde şu şekilde ifade etmiştir:

"Çünkü biz bilmiyoruz dini.Evet, bilseydik,

Çare yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik. 

“Böyle gördük dedemizden!” diye izmihlali 

Boylayan bir sürü milletlerin olsun hali, 

İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de! 

Yoksa, bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde?

Lafzı muhkem yalnız, anlaşılan, Kuran’ın: 

Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın 

Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına; 

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına. 

İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin, 

Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için. "

( Mehmet Akif Ersoy Safahat,s. 153)
 



Sonuç olarak kısaca söylemek gerekirse Ezan Hz. Muhammed zamanında Müslümanlara çağırmak için ihtiyaçtan ortaya çıkan bir metindir. Hiçbir ruhani ve ilahi özelliği yoktur. Bir ibadet değil sadece çağrıdır. Osmanlı zamanında da ezanın ve dinin Türkçeleşmesi tartışılmış, Ali Suavi gibi aydınlar camilerde Türkçe hutbe okumuş, 1885 yılında Şehzadebaşında Türkçe ezan okunmuş, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif gibi aydınlar kuranın manasının önemine vurgu yapmış, Meşrutiyet sonrası Türkçe namaza bile teşebbüs edilmiş fakat halkın hazır olmdığı düşünülerek vazgeçilmiş fakat kuranın Türkçesi yayınlanmıştır.

Ezanın Türkçeleşmesi de diğer devrimler gibi Osmanlı zamanında tartışılmış, deneme yapılmış fakat başarılamamıştır. Cumhuriyetin farkı Osmanlı zamanında gerçekleştirilemeyen devrimleri gerçekleştirmiş olmasıdır. Atatürk düşmanları size söylüyorum. Cumhuriyet devrimleri için ‘’dinsizlik’’ Atatürk’e ‘’din düşmanı’’ demeden önce geçmişe, torunu olmakla övündüğünüz Osmanlıya bakın. Eğer sövecekseniz önce Osmanlıya sövün. Bu devrimler dinsizlik ise 600 yıl şeriatla yönetildiğini iddia ettiğiniz Osmanlı da mı dinsizdi yoksa evliya dediğiniz halife ünvanı taşıyan padişahlar mı din düşmanıydı?

KARADAĞ

5 yorum:

Yorum Gönder

Atsız'ın Atatürk hakkında düşünceleri


1- "Mustafa Kemal Paşa iyi bir kumandan, ondan daha üstün olarak da dâhi bir siyaset adamıdır" (Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri)


2- "Ey Türk genci, erkeksen bir “Kül Tegin” kızsan bir “Umay” olmaya çalış . Ve “GAZİ"nin "Memleketi idare edenler gaflet ve hıyanet içinde olsalar bile yine vazifen Türklüğü kurtarmaktır" diyen büyük vasiyetini unutma!" (ATSIZ MECMUA 17- sf.76,77)

3- "Arkadaşlarımın içlerinden gelen hız kuvvetleniyordu. Tolunay'ın şu parçasını sanki karşılarındaki Gazi'ye hitap edermiş gibi söylüyorlardı:
Asırlar bize yaştır,
Kemal ülküye baştır,
Bize yol göster Kemal,
Anayurda ulaştır." (ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ)

4- "Netekim Gazi, menfalarda kuvvetlenmiş ve nihayet mağlup bir ordunun içinden çıkmış bir muzaffer kumandan ve bir çelik iradedir." (ATSIZ MECMUA SAYI: 12-sf.19)

5- "Başta Sultan olmak üzere bu masum ve yorgun millet için en hatıra gelmez hainlikler hazırladılar. İstanbul, Adana, Edirne ve İzmir gibi Türkün en can alıcı mafsalları tüyler ürpertecek birer vahşetle alındı. Evvela Erzurum da, sonra Sivas ta Mustafa Kemal Paşa etrafında toplanan "Türk" savaş tarihlerinin göstermediği bir yararlıkla vurulan zincirleri kırdı; kendi varlığını dünyaya tanıttı. " (Bize Bir Gençlik Lazımdır)

6- "Ata söylüyor, biz de onunla beraber haykırıyoruz. Yeni bir Samsuna ayak bastık. Yeni bir Sakarya’dan geçerek yeni bir Dumlupınar’a ve oradan da yeni bir Lozan’a gidiyoruz. Gazinin kumandasında olarak çarpışacak olan bu ordunun muvaffakiyeti, Türk tarihinin son asırlarda cihana örnek yaptığı ikinci şaheser olacaktır.Sakarya, Dumlupınar yolu ile iktisadi kurtuluşa gidiyoruz. Sakarya, Dumlupınar ve Lozan'a gidiyoruz."(Milli İktisat)

7- "...Yeni tarihimize gelince, bunun yalniz Kurtulus Savasi devresini alarak hangi milli kahramanlari yetistirdigini düsünürsek verecegimiz hüküm hiç tereddütsüz su olacaktir. Kurtulus Savasi’nin iki milli kahramani, en karanlik günlerde bile bu isin basarilacagina inanan Kazim Karabekir ve Mustafa Kemal Pasa’lardir. Biri iyi silahli Ermeni ordusunu onun yarisi kadar bir kuvvetle bozguna ugratarak, öteki bir destan savasi olan Sakarya’yi ve imha savasinin en güzel örnegi Dumlupinar’i kazanarak bu payeyi almislardir. Bu savaslarin Türk ve cihan hayatindaki tesirleri hala devam etmektedir..." (Kim Millî Kahramandir?)

8- "Günümüzde milleti bahtiyar edecek bir siyaset tutumundan çok, tehlikelerden kaçınıp yalnız için de bulunulan günü düşünmek prensibi almış yürümüştür. Atatürk'ün çok hesaplı ve gerektiğinde çok atılgan siyasetine karşılık İsmet İnönü sadece hesaplı, hesabında da kendisini yanlışlara götürecek kadar ihtiyatlı siyaseti ile devleti yürütmeye çalışmıştır." (Milli Siyaset)

9- "Atatürk'ün büyük kumandan olduğunda kimsenin şüphesi yoktur. Ama Birinci Cihan Savaşı'nın sonunda Suriye'de yenildi.
Gazi Osman Paşa da büyük kumandandır. O da yenildi. Hem de tutsak düştü. Bunlarla Atatürk'ün ve Gazi Osman Paşa'nın büyük kumandan olmak vasfı gider mi? Gitmediğine en büyük senet, Moskof Çarı'nın Gazi Osman Paşa'ya kılıçla gezmek müsaadesini vermesi, İngilizlerin de Çanakkale Savaşı hakkındaki resmi tarihlerinin başında Atatürk'e yaptıkları ithaftır. (Milli Değerler ve Milli Ruh)

10- "Atatürk'ten sonra Türkiye'de huzur diye bir şey kalmadı." (Açık Yürekli Olmak)

11- "Yaşasın Millî Şef demesi makbul ol-ması için yetiyordu. Bulgaristan’a kaçarken öldürülen Sabahattin Ali, Atatürk ve İnönü'ye söven bir manzumesi dolayısıyla hapse mahkûm olduğu halde sonradan kendisine devlet kadrosunda iş verilmişti. Çünkü o, "Varlık" dergisinde, ulu Gazi’ye gönül verdiğinden bahseden bir tekerleme yazmış, zamanın Maarif Vekili Hikmet Bayur’ da bunu bir sadakat ispatı sayarak bir vatan hainine öğretmenlik gibi bir vazife vermekten çekinmemişti." (Türkler ve Devşirmeler)

12- "Mustafa Kemal Paşa, “Atatürk” adını soyadı olarak almıştır. Şunu da unutmamalı ki o Sakarya ve Dumlupınar meydan savaşlarını kazanmış bir kumandan, mahvoldu sanılan bir milleti kalkındıran devlet adamıydı. Tehlike anlarında ülkesini bırakıp gitmiş ve bu unvanı durup dururken almış değildi." (İran Türkleri)

13- " Arkasında olmasaydı şanlı bir mâzi
Bu milletten çıkar mıydı bir büyük Gâzi?" (Toprak-Mazi adlı şiirinden)

14- "Nitekim Gazi'nin kudretli şahsiyeti Türk milletine bir dilek birliği kurmamış olsaydı muhakkak ki Türkiye’de türlü türlü zümreler bulunacaktı."(Türk Irkı = Türk Milleti)

15- "Atatürk Dünyâ’daki gelmiş geçmiş en mükemmel erkâni harblerden biridir." (Türk Halkı Değil Türk Milletiyiz)

KARADAĞ

0 yorum:

Yorum Gönder

Atsız'ın soyadı nereden geliyor?

Bir kere şunu söyleyeyim ki ben devletin bana bahşedeceği soyadına muhtaç değilim, onu soysuzlar düşünsün. Devletin, yani o zamanki Halk Partisi’nin (CHP) kabul ettiği soyadı kanunu yanlıştır. Çünkü Türklerde soyadı isimden sonra değil, önce gelir. Dilin yapısı da böyledir. İlle de Avrupalılara benzeyeceğiz diye soyadını sona almak, şuur altına işlenmiş bir aşağılık duygusunun mahsulüdür. Biz Avrupalı falan değiliz. Buz gibi Asyalıyız ve hepsinden üstün olarak da Türk’üz… Anladın mı monşer? Avrupalı olmak meziyet olmadığı gibi, Asyalı olmak da kusur değildir. Unutma ki Arnavut Avrupalı fakat Japon Asyalıdır.
Bizde soyadı kanunun çıktığı zaman Anadolu Türklerinden yüzde doksan beşinin soyadı vardı ve bu soyadları çoğu defa “oğlu” ile bitiyordu. Çapanoğlu Ahmet, Kadıoğlu Mehmet, Göcenoğlu falan, Mızrakoğlu filan… Tarihimizde de bu tür soyadları bol bol vardı: Osmanoğlu Murat, Aydınoğlu Umur, Karamanoğlu İbrahim ve başkaları… Şimdi alışılmış ve dilin yapısına uygun düşmüş bu isimleri bırakıp da İbrahim Karamanoğlu, Murat Osmanoğlu demekte mana var mı idi? Yoktu amma oldu işte.
Bize gelince: Asıl soyadımız “Çiftçioğlu”dur. Kökümüz ise Gümüşhane vilayetinin Dorul Kazasının Midi köyüdür. Şimdi 8 evli bir köy olan Midi’de artık Çiftçioğlu hanedanından kimse kalmamıştır. Bir takımı Yozgat vilayetinin köylerine göçmüş, daha talihsiz olan bir bölümü, yani bizim ailemiz de İstanbul’a yerleşmiştir. Bize ırkçılık köydeki atalarımızdan kalmadır. Çünkü Çiftçioğullarının tarihi, oturdukları yerin yakınındaki Rum manastırının tahribi ile başlar.
Bu “Çiftçioğlu” soyadı tabii ki nüfus kağıtlarımızda yazılı değildi. Çünkü eskiden soyadları yazılmaz, dini vemezhebi yazılırdı. Soyadı kanunu çıktığı zaman ben ve babam ayrı ayrı yerlerde idik. Nejdet Sançar ise askerliğini yapıyordu. Soyadı kanununun metni gündelik gazetelerde çıkmamıştı. Sözde özetleri yayınlanmış ve bunlar da bermutad yanlış olmuştu. Mesela “oğlu” ile biten soyadları alınmıyacak diye yazılmıştı. Tarihi soyadları da alınmıyacaktı.
Ben yazılarıma eskiden beri “Atsız” imzasını attığım için soyadı olarak bunu seçtim. Son günü müracaat etmiştim. Memur:
- “Atsız’ı soyadı olarak alamazsınız” diye kestirip attı.
- “Neden?”
- “Tarihi isimdir!”
Bilgin bir memura çatmıştık. Ne yapmalıydım? Ondan daha bilgin olduğumu ispat etmeliydim. Ettim de:
- “Tarihi olan, “d” ile yazılan Adsız’dır. Benimki “t” ile yazılıyor!”
Benim bu bilgiçliğim karşısında memur habtoldu ve:
- “Ha!… O zaman olur” diye cevap verdi.
Kardeşim, soyadını mensup olduğu askeri birlik yolu ile tesçil ettirdi. Galiba o da son günlere almıştı. Aklına “Sançar” gelmiş.
Babam ise, yine gazetelerin tesirinde olarak “Çiftçioğlu” soyadını alamıyacağını düşünüp memura “Soyadım Çiftçi olacak” demiş. Memur listeye bakarak: “Bu isim alındı, başkasını bulun” diye cevap vermiş. Soyadı kanununa göre bir nüfus dairesinde aynı soyadı iki ayrı aile tarafından alınamıyacaktı. Babam o zaman altmışına pek yakın ve hayattan yorgun bir insandı. Memura şöyle demiş:
- “Rica ederim, başına veya sonuna “öz”, “er” veya “man” gibi birşey ekleyerek şu işi bugün bitiriverin.
Anlaşılan, halk partisi çağında bazı insaflı memurlar varmış. Babama:
- “Dilekçe yazın” şeklinde bir hikmet savurmıyarak “Hayhay” cevabını vermiş. Babamın soyadı da “Özçiftçi” olarak tesçil olunmuş.
Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi, Sayfa 140-143

 


KARADAĞ

0 yorum:

Yorum Gönder

Xocalı Faciəsi (Azerbaycan Türkçesi)

Anlayacağınızı düşündüğüm için çevirmek ile uğraşmadım.

Xocalı faciəsi, oxuyun və bilin olun!

Qadınlara qarşı erməni vəhşilikləri! (Faktlar Aygün Həsənoğlunun “Erməni sindromu” kitabından götürülmüşdür) . Dörd yaşlı qızıma sataşdılar. Sonra biz qadınları Xankəndində erməni ordusu olan yerə apardılar, lüt soyundurdular, hamımızı zorladılar, sonra yerə yıxıb sürüdülər. . 20 yaşlı bir qızın dediklərindən: Bizi Pircamal kəndində tövlədə saxlayırdılar. Ata-anamın gözü qarşısında məni, 15 yaşlı ortancıl bacımı və 9 yaşlı kiçik bacımı dəfələrlə zorladılar, papiros çəkib bədənimizdə söndürdülər. Yaşlılar, cavanlar növbəyə durub biz bacıları zorlayırdıar, saçlarımızdan tutub sürüyürdülər. . Məni Əsgəran milis şöbəsinə gətirdilər, orada uşaqlarımın gözləri qarşısında məni döyərək dəfələrlə zorladılar. . Damarıma iynə vurdular, özümdə deyildim, məni növbə ilə zorladıar, sonra itlə əlaqəyə girməyə məcbur etdilər. . Orada 13-14 yaşlı qızlarımızı gözümüzün qarşısında zorlayırdılar. Onların səsləri indiyədək qulağımdan getmir. . Əsirlikdə olan qadınların körpə uşaqlarını alır, gözlərimizin qarşısında göyə atıb avtomatın süngüsünə keçirirdilər. . Xankəndində uşaq bağçasında 12-13 yaşlarında qızları zorlayırdılar. Qızlardan birinin anası dözməyib özünü kəndirlə boğub öldürdü. . Bir qızı soyundurub lüt halda rəqs etdirmiş, sonra zorlamışdılar. Ertəsi gün həmin qız yabanı qarnına soxaraq özünü öldürdü. . 200-dən artıq uşaq, qoca və qadınlarla birlikdə Əsgəran rayonunun milis idarəsinin zirzəmisində saxlanılırdım. Hamımızı avtomat qundağı, təpik və yumruqla döyürdülər. Cavan qız-gəlinlərin başlarını divara vuraraq huşsuz halda sürüyüb aparırdılar. . Palatalardan birində 4-5 yaşında bir qızcığaz yatırdı, onun gözlərində müharibənin bütün dəhşətlərini, əzablarını gördüm. Onu zorlamışdılar... . Xankəndində erməni əsgərləri olan kazarmada 8 nəfər qızı, o cümlədən məni növbəyə qoyub zorladılar, sonra çılpaq vəziyyətdə dubinka ilə döydülər. Sonra bizi Əsgəran milis şöbəsinə apardılar, yenə də döyüb zorlamağa başladılar. . “Hələ də bu dəhşətdən özümə gələ bilmirəm.Ondan sonra həyat mənim üçün o qədər iyrənc görünür ki, yaşamaq istəmirəm!” Bunları deyən qızın yaraşıqlı sifətində cırmaq, zərbə yerləri aydın görünürdü. Ən dəhşətlisi gözlərindəki ifadə idi, adam bu baxışlara dözə bilmirdi... !!! Bütün bunlardan sonra erməniləri bağışlamaq olarmı?! Ermənilərlə dostluq, qardaşlıq etmək, münasibət qurmaq, mehriban və diplomatik danışıqlar aparmaq, bir yerdə kino çəkib, konsert vermək, bir məclisdə oturub şəkil çəkdirmək olarmı?! Yaxınlarımızın toy-məclislərində qol götürüb oynamaq, meydanlarda konsertlər, telekanallarda şoular düzəltmək, ümumiyyətlə, deyib-gülmək, şənlənmək olarmı?! Olmaz! Bir müddət gülməyi də yadırğamalıyıq! İnşallah, qalib gələndən, intiqamımızı alandan sonra namusumuzla bir yerdə gülüşümüzü də özümüzə qaytararıq! İndi isə yalnız intiqam haqda düşünməliyik! Düşmən qanı ilə alınacaq intiqama hazır olun! İntiqama başlayın!


KARADAĞ

0 yorum:

Yorum Gönder

Atsız Osmanlı Ve Padişahları hakkında neler düşünüyordu?

"Türkçülük bakımından Türkiye tarihi Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı hakimiyetlerinin, simdi de cumhuriyetin devam ettirdiği tarihtir. Tarihimizin Osmanlı çağı diğer iç ve dıs gelismelerle birlikte Türk soyunun devsirmelerle iç savası seklinde mütalaa
olunacaktır." 
(Nihal Atsız - Türk Ülküsü s.43)

"Hun, Göktürk ve Osmanlı imparatorlukları bu büyük ülkünün sonucu olup cihan tarihinde bunlarla kıyaslanabilecek devletler olarak yalnız Roma ve Abbasiler gösterilebilir."
(Nihal Atsız - Türk Ülküsü s.47)

Osmanlılar devrinde, Kanuni Sultan Süleyman gibi büyük bir padişahı küçük düşüren hareketler, Islav asıllı Hurrem Sultan yüzündendir.
(Nihal Atsız - Türk Ülküsü s.38)

Türkçülere yedi, hatta yirmi kusak ilerisine kadar soy kütüğü arayan kimseler diye iftira ediliyor. Tatbik kaabiliyeti ve arastırma imkânı olmayan bu safsatalar ancak moskofçuların ve baska düsmanların uydurmasından ibarettir. Her zaman verdiğimiz örnekleri yine tekrarlayalım: En büyük Türkler' den biri olan Yıldırım Bayazıd'ın anası Türk değildir. Hangi Türkçü onu Türklük kadrosundan çıkarmıstır veya çıkarabilir?
(Nihal Atsız - Türk Ülküsü s.20)

".. II. Abdülhamid de haksız yere küçültülmüş, müstebit, zalim, hatta hain gibi gösterilmiştir. Bu da ittihatçıların propagandası sonucudur. Halbuki son zamanlarda yapılan bazı ilmi yayınlar, Sultan Abdülhamid, lehinedir. Henüz şahsiyetinin değerini tam manası ile bize bildirecek bir kitap yazılmamış olmakla beraber, şimdiden su gerçeği kabul edebiliriz ki, ittihatçılık dokuz on yılda mahvettikleri imparatorluğu 33 yıl dağıtmadan tutabilmis olmakla, Abdülhamid büyük bir iktidar sahibi olduğunu göstermis ve aleyhindeki yayınların haksız olduğunu ispat etmistir. Hele kanlı oyunlara asla girmemesi de, kıyıcı olduğu hakkındaki iddiaları çürütecek bir delildir. Bundan başka, mevkiinin sorumluluğunu iyi kavramış bir kimse idi."
(Nihal Atsız - Türk Ülküsü s.35-36)

Türkeli'nde de Kun, Gök Türk, Uygur, Selçuk, Osmanlı devletleri yok, sülâleleri vardır. Bazan iki veya daha çok sülâle idaresinde iki veya daha çok siyâsî Türk zümresinin bulunması ve bunların birbirleriyle çarpısmaları bu kuralı bozamaz.
(Nihal Atsız - Türk Tarihinde Meseleler s.2)

Şu halde, hanedanları ayrı devlet saymak, hânedâncılık zihniyeti ile hareket etmek
değil midir? Bir de günümüzün tarihinden örnek alalım: Bizde hâkim olan yanlıs tarih
telâkkisine göre Osmanlı devleti yıkılmıs, onun yerine Türkiye Cumhuriyeti gelmistir.
Bu düsünüs de yanlıstır. Çünkü bir Osmanlı devleti yoktu ki, yıkılmıs olsun. Sadece
Osmanlı hanedanı vardı. Yıkılan odur. Yâni devlette rejim değismistir. İste o kadar...
(Nihal Atsız - Türk Tarihinde Meseleler s.3)

Selçuk, İlhanlı, Temir, Osmanlı hanedanları ile Cumhuriyet devri hep birden bir tek devletin hayatını teskil etmiyor mu? Bunları ayrı devletler gibi görmek kendi kendimizi parçalamak olmaz mı? (Nihal Atsız - Türk Tarihinde Meseleler s.16)

Sultan Hamid, kızıl değil "Gök Sultan" dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek
kusurlarını sisirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir sey
kazanır.  
(Nihal Atsız - Türk Tarihinde Meseleler s.39)


OSMANLI PADİŞAHLARI - (Nihal Atsız - Türk Tarihinde Meseleler s.41-52)

Osman Gazi: 1284’te 70 kişiyle İnegöl zaptına giderken Rumlar’ın pususuna uğradı, fakat bozulmadı. Bütün hayatında adaleti ve iyi tedbiriyle Anadolu tımarlılarını çevresine topladı. Düşmanlarından pek çok ganimet aldı fakat öldüğü zaman hiçbir şeyi çıkmadı.

Orhan Gazi: Daha babasının son yıllarında bilfiil devletin başına geçmişti.

Gazi Murat: Anadolu Türk birliği için bir adım daha atarak Ankara’yı kendi ülkesine ekledi.

Yıldırım Bayazıd: Ortaçağ’ın bu büyük adamı, Kosova’nın kazanılmasındaki en büyük sebeplerden biriydi.

İkinci Murat: İstanbul’u kuşattı. Aksak Temür’le yapılan çarpışmadan sonra bozulmuş olan Anadolu Türk birliğini kısmen yeniden kurdu.

Fatih: Onun hakkında ben ne yazayım? O kendi kendisini tarihe yazmış zaten.

Yavuz: 1514’teki Çaldıran ve 1516’daki Merci Dabık meydan savaşlarını kazanan ve çelik gibi iradesiyle devleti bölünmek tehlikesinden kurtaran Yavuz, belki de Türkiye tarihinin Alp Aslan ‘la birlikte en büyük şahsiyetidir.

İkinci Selim: Hiçbir savaşa gitmedi. Şair ve ayyaştı. Anası Rus olduğu için bizde sevilmeyen bu hükümdarın büyük bir tarafı yoktu.

Üçüncü Murat: Devlet işlerine pek karışmazdı.

Üçüncü Mehmet: Babası ve dedesi gibi rehavetli değildi. Kusuru anasını devlet ilerine karıştırmasıydı.

Birinci Ahmet: Şairdi. Çok dindar ve merhametliydi. 27 yaşında ölmüştür.

Birinci Mustafa: Hastaydı. Bir hastadan normal bir insandan beklenen şeyler istenemez.

Genç Osman: Eski Osmanlı padişahları gibi büyük yaratılışta bir kahramandı.

Dördüncü Murat: Yavuz’un küçük bir kopyasıdır. 14 yaşında padişah olmuştur.

Sultan İbrahim: Çok hamiyetli, yurtsever, sessiz bir insandı.

İkinci Mustafa: 32 yaşında padişah olmuştur. Atalarının meziyetlerine sahipti. Üç defa sefere çıkıp, ikisini kazanmıştır.

Üçüncü Ahmet: Sefere çıkmadı. Fakat onun zamanı edebi ve ilmi bir kalkınma çağıdır.

Birinci Mahmut: Doğru görüşlülüğü ile devletin şanını yükseltenlerdendir.

Üçüncü Osman: İhtiyarken padişahlığa çıkmış ve 3 yıl kalmıştır. Parlak bir şahsiyet değildi.

Üçüncü Mustafa: Frederik’in meziyetlerini anlamış ve onunla ittifaka çalışmış uyanık bir padişahtı.

Birinci Abdülhamit: 50 yaşında padişah olmuştu. Hayatı ve hareketleri hele ölümü gafil olmadığını gösteriyor.

Üçüncü Selim: O’na kimse gafil diyemez. Büyük ve çok merhametli bir padişahtı.

Dördüncü Mustafa: Bir yıl kadar sultanlık ettiği için bir ehemmiyeti yoktur.

Abdülmecit: Gafil ve biçare değildi. Birçok mektepler onun çağında açıldı.

Sultan Aziz: Zamanında devlet, Avrupa’nın büyük devletlerindendi.

Beşinci Murat: Sinirleri zayıftı. Tahtta pek az kaldı.

İkinci Abdülhamit: Şimdiye kadar boyuna söylendiği ve yazıldığı gibi kötü bir hükümdar değil, aksine büyük ve dahi bir imparatordu.

Beşinci Mehmet: Çok iyi kalpli, babacan, iyi huylu vatansever bir hükümdardı.

Altıncı Mehmet: Osmanlı padişahlarının en talihsizidir. Bu yüzden kendisine hain damgası vurulmuştur. Fakat hain değil bütün Osmanlı padişahları gibi vatanperverdir.

Son olarak;

''Türk milleti bir bütün olduğu için Türkçülük ancak ve yalnız bütün Türkleri içine alan bir milliyetçilik davasını ülkü edinir. Türkler ise Türk soyundan gelenlerle Türk soyundan gelmişler kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beyninde hiçbir yabancı ırk düşüncesi bulunmayan fertlerin topluluğudur."Türkçü" kelimesi bugün birçoklarını ürkütüp tedirgin etmektedir. Bunun altında bir nazizm,diktatörlük, kafatasçılık heyulaları görmektedirler.Türkçülük kelimesinin bu korkunç hale getirilmesinde yerli Moskofçuların rolü büyük olmuştur.
(Nihal ATSIZ, Ötüken, 104. sayı, Şubat 1970 )

KARADAĞ

0 yorum:

Yorum Gönder

Bayramın 1. Günü +2000 TÜRK KATLEDİLDİ!



Rabia Kadir: Çin bayramın birinci günü en az 2000 Uygur Türkünü katletti!


Doğu Türkistan olarak da bilinen, Çin'in Şincan Uygur Özerk Bölgesi bir kez daha baskı ve şiddet haberleriyle dünya gündeminde... 

Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabia Kadir, sadece Ramazan Bayramı'nın birinci günü, Çin güvenlik güçlerinin açtığı ateşte, 2 binden fazla Uygur Türkünün öldürüldüğünü iddia etti. 

Özellikle başkent Urumçi'de baskı giderek artıyor. 

Sakallı erkeklerin ve başörtülü kadınların belediye otobüsüne binmesinin yasaklandığı bildirildi

 Uygurların sürgündeki lideri Rabia Kadir, Çin'i "Uygur Türklerine karşı sistematik soykırım" yapmakla suçladı.

Tokyo'da düzenlenen bir konferansta konuşan Kadir, Ramazan Bayramında çıkan kargaşada öldürülen Uygur sayısının 2 binden fazla olduğunu,Çin'in ise gerçekleri örtbas ettiğini iddia etti.
Ramazan Bayramı sabahı,Yarkent bölgesinde başörtülü kadınlara saldırı düzenlenmiş, olayı protesto edenlere güvenlik güçlerinin silahlı müdahalesi sonucu  96 kişinin hayatını kaybettiği duyurulmuştu.

Uygur Türklerinin protestosunun kanlı şekilde bastırılmasına yardım eden 6 Çinliye 15'er bin dolar, 47 kişiye de bin 500'er dolar ödül dağıtılmıştı. 
Son aylarda özellikle Şincan Uygur Özerk Bölgesi'nin başkenti Urumçi'de baskılarını arttıran Çin polisi, düzenlediği operasyonlarda çok sayıda kişiyi gözaltına aldı.
Tutuklulardan bir çoğu "bölücülük" suçlamasıyla idam edilmiş, uluslararası insan hakları örgütleri mahkemenin ve öne sürülen delillerin şaibeli olduğuna dikkati çekmişti.

Bölgedeki asimilasyon ve baskıya ilişkin yeni haberler de geliyor. 
Son olarak sakallı erkekler ile başörtülü kadınların belediye otobüslerine binmesi yasaklandı.

Ramazan ayında kamu çalışanları ve öğrencilerin oruç tutması da yasaklanmış, camilere halkın girişi kısıtlanmıştı. 

Uluslararası insan hakları savunucuları, kültürel ve dini alanda artan baskıyı bölgedeki tansiyonun kaynağı olarak gösteriyor.

Çoğu Uygur 20 milyondan fazla Türkün yaşadığı Doğu Türkistan, 1949'da Çin hakimiyetine girerek bağımsızlığını kaybetmiş ve Şincan Uygur  Özerk Bölgesi adını almıştı. 

0 yorum:

Yorum Gönder

Atatürk'ün Timur Hayranlığı

Atatürk’ün Timur’a özel bir hayranlığı olduğu, çevresinde bulunmuş kişilerin eserlerinde yer almıştır. Afet İnan, Mahmut Esat Bozkurt gibi onun yakınında bulunma şansı elde etmiş kişilerden bu ilgiyi öğrenebiliyoruz. Mahmut Esat Bozkurt, kitabının “Atatürk ve Demir” bölümüne “Atatürk Demir’i çok severdi. Onun kumandanlığına, devlet adamlığına hayrandı denebilir” diye başlamıştır.Atatürk’ün ağzından onun “Ben Demir zamanında gelseydim onun yaptığı işleri başaramazdım. O benim zamanımda gelseydi, yaptıklarımdan daha çok büyüklerini yapardı” dediğini de aktarmıştır. Son olarak Bozkurt, Atatürk’ün Yıldırım’la Timur’u kıyaslamasını aktarmıştır: “Yıldırım’ı da bir kahraman, bir cihan kahramanı olarak severdi, büyük manevracıdır, fakat Demir’in yanında çocuktur, korkusuz bir deli oğlandır derdi..Timur kimseden miras kalmadan, gerçek bir destek almadan, bir ordu ve devlet oluşturmuştur, herkesin hayalinde olan, birini bile gerçekleştirirse cihan hükümdarı, fatih ünvanı alacağını düşündüğü yerlerin tamamını (Çin hariç) fethetmeyi başarmış biridir. Atatürk de muhakkak bu anlamda Timur ile bir yakınlık hissetmiştir. Bozkurt “Demir de, Atatürk de yoktan devlet kuran Türk çocuklarıdır. Tabiatlarında ne kadar benzerlik var...” diye yazmıştır..Prof. Afet İnan da Bozkurt’un aktardıkları ile benzer görüşleri Atatürk’ten duyduğunu yazmıştır. İnan’a göre Atatürk, Timur’un bütün muharebelerini tetkik etmiş, bunları strateji bakımından inecelemiş ve çok mükemmel bulmuştur, Orta Asya’da bir avuç kuvvetle pek çok hükümetleri devirip koskoca bir imparatorluk kurmasını takdirle dile getirmiştir.Atatürk Timur hakkında bir de piyes yazmış ve bunu Afet İnan’a dikte ettirmiştir. Hocanın kendi arşivinde sakladığı bu piyes ile ilgili bir anısını Afet İnan şu şekilde aktarmıştır: “Atatürk bu piyesi yazdırırken hep Timur’ konuşturdu. Paşam piyeste hep Timur konuştu, diğer şahıslar konuşmayacak mı diye sorunca, Atatürk’ün cevabı Timur varken başka kimse onun karşısında konuşabilir mi? olmuş.

(KAYNAK)M.Esat Bozkurt,Afet İnan s 84 ,65 a.g.e., s 83 ,66 Üner, s 96 ,67 a.g.e., s 96
Atatürk Timur’a hep “Demir” derdi. O, Timur’un kurduğu devlet düzenine, dehasına ve savaşçılığına hayrandı. O’nun için Demir, dünyanın en büyük savaşçılarından ve devlet adamlarındandı. 
Atatürk, O’nun savaş dehasına tam anlamıyla hayrandı. O’nun, Demir’in savaşçılığına olan hayranlığını, Mahmut Esat Bozkurt bir anısında şöyle anlatıyor: 

“Atatürk bir gün Yıldırım ile Demir arasındaki Ankara Meydan Savaşını harita üzerinde değerlendiriyordu. ”Bakınız” dedi. Yıldırım, Demir’i öyle bir kıskaç içine almıştı ki, bu kıskaçtan Demir’den başka bir kumandan kurtulamazdı. O, çıktı ve düşmanını yendi.” 
Atatürk, Demir’in savaşçılığından da çok önem verdiği yönü ise kurduğu devletin muhteşem sistemiydi. Atatürk; “Ben Demir zamanında gelseydim, O’nun yaptığı işleri başaramazdım. O, benim zamanımda gelseydi, yaptıklarımdan daha çok büyüklerini yapardı” demişti.

KARADAĞ

1 yorum:

Yorum Gönder

Doğu Türkistan'da Çin zulmü sürüyor!




Ramazan bayramının ilk günü başlayan ve halen süren olaylarda en az 100 Uygur öldürüldü. 


Çin yönetimi, son olarak bölgede kendi ifadesiyle "terör faaliyetlerine" katılanları ihbar edenlere ödül vereceğini açıkladı.


KARADAĞ

0 yorum:

Yorum Gönder

Atsız'ı Hitlerci sananlara verdiği cevap

Gençliğine ait bir fotoğrafındaki saçlarını tarayış biçiminden dolayı Adolf Hitler'e özendiği iddiasında bulunan kimselere yanıt olarak şunları yazmıştır:

« "...Hamit Şevket bunları biliyor mu? Bilmiyorsa benim Hitlerizme tabi bir adam olduğuma nereden hükmeder? Saçlarım benzermiş... Bu ahmakça iddia yıllardan beri birçok budalalar tarafından aleyhimde delil gibi kullanıldı. Hatta evimde Hitler'in resminin asılı olduğu bile söylendi. Ben, dışardan gelmiş hiç bir fikri kabul etmeğe tenezzül etmiyecek kadar milli gurur ve şuura sahip olduğumu, içtimai mezhebimin Türkçülük olduğunu vaktiyle yazarak ilan ettim. Daha ne yapabilirim? Saçım Hitlerinkine benziyormuş diye beni Hitlerci sanacak kadar budalalık gösteren binlerce, belki onbinlerce zavallıya ayrı ayrı mektup yazamam ya... Hamit Şevket asla unutmasın ki bu vatana bağlılıkta kendisini benimle bir tutamaz. Çünkü ondan fazla olarak ben bu toprağa ecdadımın kanı ve hatırasıyla bağlıyım." »

KARADAĞ

0 yorum:

Yorum Gönder

Nejdet Sançar 1944 Savunması

NEJDET SANÇAR'IN 1944 TÜRKÇÜLÜK TURANCILIK DAVASINDAKİ SAVUNMASI

"Beni beraat ettirin demeyeceğim çünkü benim için suç olarak gösterilen şey bu toprakları, bu ırkı sevmekten başka birşey değildir.

Yurdumu ve ırkımı seviyorum, onun içindir ki Türk ırkçısıyım.

Bu sevginin manasını anlamayanlara sözüm yok.
Eğer bu günahsa beni mahkum ediniz. Bu mahkumiyeti övünçle kabul ederim, şeref sayarım.

Sizden adalet bekliyorum da demeyeceğim çünkü bu mahkeme adil değilse, o zaman büsbütün manasızdır.
En büyük mahkeme olan tarihin huzurunda alnı açık bir Türk oğlu olarak, hiç endişem yok.
On ayı doldurmakta olan ve büyük kısmı tahta masalarda yatmakla geçen hürriyetsizliğimi, millet yolunda çekilmiş, şerefli bir felaket olarak sayıyorum.

Duvarlar, ezilmiş hayvanların kan lekeleri ve rengini kaybetmiş, köpeklerin bile yatmayacağı pis hücrelerde geçen haftalarım içinde bir ışık sızacak kadar küçük deliği olmayan, tavanı basık bir inde, hayır bir in değil, mezarda, ışığa güneşe ve hayata hasret çekerek geçirdiğim günlerim, uykusuz gecelerim, yarın benim için acı fakat övünçlü hatıralarım olacaktır.
Bunlardan yılmış değilim. Bilakis bahtiyarım.

Yuvamın dağıtılmış olmasına, eşimin bir Türk anası olmak şerefini kazanacağı günlerde çektiği dayanılması güç ızdırapları ve akıttığı gözyaşlarını unutmamış olmama ve bugün hayat kavgasında minimini yavrusuyla tek başına kalmış olmasının ruhunda yarattığı fırtınalara rağmen bahtiyarım.

Türk'ü sevdim, seveceğim.
Ama bunun sonunda ızdıraplar varmış, felaketler varmış, hatta karşılaşılacak türlü kahpelikler doluymuş.
Hepsi kabul!

Türk Irkı sağolsun!



KARADAĞ


1 yorum:

Yorum Gönder